Ayaklanma başarısızlıkla sonuçlanınca Mele Selim ve beraberindeki arkadaşları, Bitlis’teki Rusya Konsolosluğu’na sığınır. Osmanlı devleti Birinci Dünya Savaşı’na dahil olup Rusya’ya savaş ilan ettiği kasım ayına kadar orada kalırlar. Rusya Konsolosluğu’nda bulundukları süre içerisinde, kaçmamaları ya da firar etmemeleri için, kırk askerden oluşan bir özel birlik tarafından sürekli izlenirler. Mele Selim ve arkadaşlarına karşı yürütülen karalama ve anti propaganda, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına kadar devam eder. “Savaş başlar başlamaz, Türk güvenlik güçleri Rus Konsolosluğuna saldırır, yağmalar ve Mele Selim ve arkadaşlarını, Kürdçülük ve hilafete isyan suçlamasıyla yakalayarak önceden verilen karar gereğince konsolosluğun önünde idam edilirler. İsyana kalkışanlara ibret olsun diye cansız bedenleri 8 gün boyunca darağacında asılı kalır.”[1]
1914 Bitlis Kürd Ayaklanması, mayalanması daha eskiye dayanan ve silahlı örgütleme faaliyetlerinin 1912’lerden itibaren yoğunlaşarak yürütülen, bağımsız/özerk bir Kürdistan hedefli faaliyetin doruk noktasıdır. Amacı, niteliği ve izlenen yöntemiyle; İttihat ve Terakki rejimi yönetimindeki Osmanlı hükümetinin aşırı merkezci ve Kürd milletinin hukukunu yok sayan, baskıcı, başıbozuk idaresi, ağır vergi uygulamalarına karşı otonom ya da bağımsız bir emirlik şeklinde kendi kendini yönetmeyi amaçlayan kitlesel, silahlı bir başkaldırı hareketi olduğunu söyleyebiliriz. Erzurum polis müdürü iken, 8 Temmuz 1913’te Bitlis Polis Müdürlüğüne tayin edilen, baştan sona kadar gelişmelere tanıklık etmiş ve daha sonraları Bitlis Milis Taburu ve Alay Kumandanlığı yapan Mustafa Durak, Cumhuriyet döneminin ikinci meclisinde milletvekillerine hitaben yaptığı bir konuşmada, Kürdistan’da nasıl bir yönetimin icra ettiğini açık bir dille ifade etmektedir. “Efendiler 1329’da Kürdistan’da ve Kürdistan’ın ufak bir yerinde bir isyan zuhura geldi. İşte Bitlis mebusları burada. Ben de o zaman orada idim. Bunun safahatını size arz etmiş olsam saatlerce devam eder. Bunun için teferruattan vazgeçiyorum. Mesela, Selim, idam edilirken bir şey söylemişti; pek acıdır. Ne çare memleketimizin derdidir, söyleyeceğim. Bunu bendenize söyledi ve bir arkadaşım da orda idi. Demişti ki, ey Türkler, beni idam edeceksiniz ediniz. Fakat memleketinizdeki idareden utanmıyor musunuz. Bu kadar yeri verdiniz; ne kadar yeri şuna buna hibe ettiniz. Bunda bizim bir kusurumuz vardır, diye söylemiyorsunuz. Ne zararı var, Bitlis’i de bize veriniz; ne olur. Efendiler bir Bitlis’i bize veriniz, bir de başımıza siz kontrol koyunuz; biz sizden ziyade iyi idare etmezsek, o vakit başımıza vurunuz. Yine siz alınız, koca bir Bitlis’i taksim ettiniz. Ne var bir parçasını da mesela Selim’e veriniz. Bu söz, o gün bugün hiç kulağımdan gitmiyor. Selim’e bu sözü söyleten idaresizlikti.”[2]
Law Reşîd (Lawê Reşîd) mahlasıyla yazan Bitlisli Kemal Fevzi, hareketin niteliğini ve temel etkenlerini şu şekilde üç nokta üzerinde toplayıp özetlemektedir: 1- Bu olay, İttihat ve Terakki hükümetinin sübjektif icraatına ve halkın uğradığı zalimce yönetim biçimine karşı adalet isteyen bir hareket idi. 2- Olayın çeşitli aşamalarında nüfuz ve rekabet iddialarının etkisi görülmüştür. 3- Dinsel istekler görünümünde ortaya çıkan ulusal ümitler söndürülmüştür.[3] Kadri Cemil Paşa da Mele Selim’in, hareketin başarısız olmasına dair söylediklerine benzer bir değerlendirmede bulunarak, “İttifak eden din adamları ve aşiret reisleri harekete katılma cesaretini gösteremediler. Hareket yalnız Hizan şeyhlerinin etki alanında bulunan aşiretlerle sınırlı kaldığı için[4] yenilgiye uğradığını belirtir. Elbette ki hareketin başarısızlığı sadece yukarıda belirtilen nedenlerle sınırlı değildi. Rêxistina Îrşad’ın yeterli ve kitleselleşmiş bir güce ulaşamaması ve önemli öncü kadrolarının suikastlar sonucu öldürülmesi; o zamanki Kürd toplumunda milliyetçi fikirlerin yaygınlaşmaması, yeterli ulusal bilinç düzeyine ulaşamamış olması ve aşiretsel yapısının olumsuz etkisi; Bedirhan kardeşler, Şeyh Abdüsselam ve Simko gibi Kürd liderlerle olan geniş ilişki ağına rağmen hareketin yerel ve dar bir bölgeyle sınırlı kalması; Kamil ve Abdurezzak Bedirhan kardeşlerin önemli girişimlerine rağmen başta Rusya gibi önemli bir komşu devletten olmak üzere gerekli olan uluslararası siyasi ve silahlı desteğin sağlanamaması; yaklaşan Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği saflaşmalar ve yeni koşullar Kürdlerin aleyhine olmuş; bölgede önemli bir nüfusa sahip olan Ermenilerle kurulan ilişkiler, yapılan görüşmelerde ortak bir yaklaşımın ve anlaşmanın oluşturulamaması gibi temel nedenler hareketin başarısızlıkla sonuçlanmasını getirmiştir.
Mele Selim’in Hristiyanlara zarar verilmeyeceğini açıkça taahhüt etmesine rağmen Ermenilerin çoğu ona inanmaya yanaşmadı. “I. Dünya Savaşı’nın başlarında tam teçhizatlı ve silahlı Ermeni çeteleri; Kürtleri, mal ve can kaybı itibariyle büyük zararlara uğrattılar. Bu çeteler özellikle Van, Eleşkirt ve Bazit beldelerini yağmalayan Rus öncü birliklerinin önünde yer almaktaydılar.”[5] Aynı zamanda Kürdlere karşı “meşrutiyeti savunmak” için hükümetten kendilerine silah vermesini istediler. Rus konsolos yardımcısı Olferyev’e ağır silahlı yaklaşık 500 Daşnak Ermeni’nin Aram Paşa komutasında Osmanlı birlikleriyle beraber Kürt göçerleri kovalayışını seyrettiğini[6] yazar.
Şeyh Ubeydullah liderliğinde gerçekleşen 1880 Kürd Ayaklanması gibi, 1914 Bitlis Kürd Ayaklanmasına da, öncülük eden lider kadronun dini kimliği ve kullanılan dini sembollerden hareketle başta İttihatçı Türk basını olmak üzere genel olarak Avrupa ve Rus basınında, hareketin gerici bir nitelik taşıdığını, irticacı ve Ermeni karşıtı eğilimleri olduğu şeklindeki temelsiz iddialar ileri sürülmüştür. Bu iddialara karşı Mışag adlı Ermeni gazetesinde “Bitlis’te Kürt Ayaklanması” başlığıyla yayımlanan makalede Mtrak mahlası kullanan Ermeni yazar konuyla ilgili olarak şöyle diyordu: Elbette ki şeriat Kürd ayaklanmasının dış yüzüdür; onun iç mahiyeti ise dine teşvikten çok ulusal karakter taşımaktadır. Benzer bir yaklaşımla Navasardyan da, Batı basınının ileri sürdüğü tezlerin temelsiz olduğunu, hareketin gerici karakter taşımadığını, Kürd ulusal uyanışının bir sonucu olduğunu açıklar.[7]
Tarık Zafer Tunaya göre, Bitlis’te çıkan ayaklanmanın başında Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti’nin kurucusu ve arkadaşları (Halife Selim ve Ali Ağa) bulunmuşlardır.[8] Hareketin önde gelen liderlerinden Mele Selim idam edildiği zaman 65 yaşında idi, ulema ve dini kimliğiyle birlikte karizmatik bir kişiliğe de sahipti. Başta Türk basını olmak üzere dönemin bir kısım Ermeni ve Avrupa basınında da iddia edildiği gibi, o fanatik bir “irticacı” ve öncülük ettiği hareket de dini motifler içermekle birlikte salt bir dini hareket değildi. Mele Selim Efendi yiğitliğiyle tanınırdı. Şair, edip, yurtsever ve dindardı. İyi derecede dini eğitim görmüş bir ulema, din adamı olması itibarıyla her zaman dini ve milli irşadı birlikte yürütürdü, sürekli derdi ki: “Milli ve dini meselede, son nefesime kadar Kürd halkı için çalışacağım ve davamdan vaz geçmeyeceğim.”[9] Mele Selim idam sehpası önünde iken Bitlis Valisi M. Abdülhalik kendisine sorar: Allah’ın sizi muhafaza edeceğini söylemiştin, neden başaramadınız? Mele Selim cevaben şöyle der: Evet Allah bize zaferi bahşetti. Lakin içimizde hainler olduğu için bahşettiği gibi de aldı. Fakat sana müjde vereyim ki sen bir cehennemliksin ve yerin de cehennem olacak. Çünkü ben sizden hakkım olanı istedim ancak kabul etmediniz. Ölüm sadece bizim için değil, siz hem bu dünyada hem de kıyamette mahkûm olacaksınız. Çünkü sizin hükmünüz ve saltanatınız ikiyüzlü, hilebaz ve bahtsızdır. Bu yaptıklarınızla hiçbir zaman mutlak başarıyı sağlayamazsınız ve mutlaka haklı olan başarılı olacaktır.[10]
Bitlis Ayaklanmasının Öncü Liderlerinden Mele Selîmê Dimilî Kimdir
1914 Bitlis Hareketi, öncü liderlerinden bir olan Mele Selim ya da diğer bilinen adlarıyla Mele Selîmê Dimilî, Xelîfe Selîm, Zaza Selîm ve Selîmê Şerqî[11] adıyla anılmaktadır. Bu bağlamada Mele Selim’in kimliğine dair kısa bir bilgilendirme önemlidir. Mele Selim, babası Mele Mehmûd ve anası Hevsete’den 1849’da doğmuştur. Mele Mehmûd, Bingöl’ün Genç ilçesinin Şîn köyünde dünyaya gelmiş ve daha sora oradan Karlıova’ya bağlı Azîzan (Sudurağı) köyüne göç etmiş. 1870 yılında Mele Selim annesi Hevsete’yi kaybeder. Babası, “Bu köy bana iyi gelmedi.” diyerek, oradan Kalencik köyüne yerleşir. Mele Selim 7 yaşından itibaren medreselerde eğitim görmeye başlar. İlk eğitimini babası Mele Mehmûd’dan alan Selîm, daha sonra Şam ve Kahire’de eğitimine devam eder. Medrese eğitiminde on iki ilim (Sarf, Nahv, Kıraat, Beyan, Akaid, Mantık, kelam, Tevsir, Hadis, İlm-i Meani, İlm-i Bedii, Lugat) eğitimini tamamladıktan sonra yeniden köyü Kalencik’e döner. Kürtçenin ana lehçelerinin yanı sıra Türkçe, Farsça ve Arapça biliyordu. Seydayê Mele Selîm’in; Said, Ahmet ve Derwêş isimli kardeşleri vardı. Bitlis isyanında Said ile Ahmet tutuklanarak Muş cezaevine konulur ve cezaevinde çıkartılan bir yangınla, diğer mahkumlarla birlikte katledilirler.[12]
Mele Selim, Nakşibendi tarikatının en büyük temsilcilerinden biri olan Hizanlı Şeyh Seğbetullah’a bağlıydı. Şeyh Seğbetullah ölümünden önce Mele Selim’i kendi halifesi olarak belirlemişti. Fakat Mele Selim halifelik postuna oturmayı kabul etmedi, yerine şeyhin oğlu ve aynı zamanda kendisinin de öğrencisi olan on yaşındaki Şehabeddin’in oturmasını sağladı. Aynı zamanda kendisi Şehabeddin’i postnişinliğe hazırlamak üzere dini, tarikat ve ilmi eğitiminde birinci derecede rehberlik ve hocalık yapmış. Mele Selim, dinî ve Arapça bilimleri bilen, bilgin ve dindar bir zat idi ve harekette oynadığı role bakılırsa, “kendine özgü kişiliği olan” kimselerden sayılabilir. İradeli ve ideal sahibi olduğu anlaşılıyor.[13]
Hareketin öne çıkan liderlerinden olan Mele Selim idam edildiği zaman 65 yaşında idi, Şeyh Şahabettin ve Seyyid Ali ise 30 yaşlarında idiler. Şeyh Şehabeddin, hocası Mele Selim’e karşı, yüreğinde zaafa yakın derin bir saygı ve bağlılık duygusu beslerdi. Şeyh Şehabeddin, Seyyid Nur Muhammed’in büyük oğlu idi ve halkın gönlünde, tapınma derecesine varan bir olağanüstü saygıya ve manevi nüfuza sahipti. Seyyid Ali ise Seyyid Celaleddin’in oğlu idi ve Kürdler arasında, kendisine özgü takma adıyla “Hûtê Gewr”(Boz Ejder) diye anılırdı. İdam edilenler, Bitlis Hanları ile Rojkan aşireti ağalarının türbelerinin bulunduğu Eski Mezarlıkta toprağa verildiler. Bu şehitlerin kemikleri, 1951-1952 yıllarında, gömülmüş oldukları yerden çıkarılarak Hizan’ın Seyidava köyüne götürülmüş ve oradaki mezarlığa gömülmüştür.
_________________________________________________________
[1] Îsmail Heqî Şaweys, Mele Selîm Efendî, 2003, Bîr, Hejmar: 2, 2005, s. 44
[2] Emruhan Yalçın, Milli Mücadele’ye Sadakat ve Mustafa Durak Sakarya, Bizbize Yayınları, Ankara, 2008, s. 142 (Lütfi Baksi arşivinden)
[3] Law Reşid (Kemal Fevzî), Mele Selim ve Bitlis Hareketi, Jîn, aded: 17-18, (Jîn, Kovara Kurdî-Tirkî & Kürdçe -Türkçe Dergi (1918-1919), M. Emin Bozarslan, Deng Yayınevi, Sweden, 1985)
[4] Kadri Cemil Paşa (Zinar Sîlopî), Doza Kurdistan (Kürdistan Davası): Kürt Milletinin 60 Yıllık Esaretten Kurtuluş Savaşı Hatıraları, Özge Yayınları, Ankara, 1991, s. 39
[5] Muhammed Emin Zeki Beg, Kürtler ve Kürdistan Tarihi, Nûbihar Yayınları, Dördüncü Baskı, İstanbul, 2012, s. 242
[6] Sean McMeekin, I. Dünya Savaşı’nda Rusya’nın Rolü, Çeviren: Nurettin Elhüseyni, YKY, İstanbul, 2012, s. 185, 187
[7] Celilê Celil, Kürt Aydınlanması, Avesta Yayınları, İstanbul, 2013, s. 155
[8] Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt-1, İkinci Meşrutiyet Dönemi, İletişim Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2011, s. 431
[9] Îsmaîl Heqî Şaweys, Mele Selîm Efendî, Kovara Bîr, Hejmar: 2, 2005, s. 45 (Jiyan û Berhemekanê Îsmaîl Heqî Şaweys, Dezgay Çap û Belawkirdinî Aras, Zincîrey Roşinbîrî, Çapî Yekem, Çapxaney Wezaretî Perwerde, Hewlêr, 2003)
[10] Îsmaîl Heqî Şaweys, Mele Selîm Efendî, Kovara Bîr, Hejmar: 2, 2005, s. 45
[11] Nevzat Bingöl, Bitlis İsyanı ve Şeyh Selim, Do Yayınları, İstanbul, 2013, s. 27
[12] Nevzat Bingöl, Bitlis İsyanı ve Şeyh Selim, Do Yayınları, İstanbul, 2013, s. 28, 29
[13] Law Reşid (Kemal Fevzî), Mele Selim ve Bitlis Hareketi, Jîn, aded: 17-18, (Jîn, Kovara Kurdî-Tirkî & Kürdçe -Türkçe Dergi (1918-1919), M. Emin Bozarslan, Deng Yayınevi, Sweden, 1985)