Kadının kurtuluşu, sömürge halklarda bireysel bir mesele değildir. Aksine, halkının kurtuluş mücadelesiyle iç içe geçmiş bir konudur. Sömürge halklarda kadın yalnızca ataerkil düzenin değil, sömürgeci devletin de hedefindedir. Sömürgeci devletin kurumları, kadını halkından koparmanın araçları olarak işler. Bu nedenle, sömürge halklarda kadının özgürlüğü yalnızca bireysel haklarla ya da toplumsal rollerle sınırlı olmayan, politik ve kolektif bir mücadelenin parçasıdır.
Bu mücadeleden koparılan kadın özgürlük söylemleri, çoğu zaman kadını halkına karşı konumlandırır. Kürt kadınları, kendi deneyimlerinden de yola çıkarak, kadın özgürlüğü ve ulusal mücadele için birlikte düşünmeli, birlikte mücadele etmenin yollarını aramalıdır.
Kürt kadınları feminist mücadeleyi yürütürken öfkelerini yalnızca Kürt aile yapısına, aşiret ilişkilerine ya da geleneksel halk pratiklerine yönelttiğinde daha büyük bir tehlike ortaya çıkar: Sömürgeci devletin suçları gölgede kalır. Kadının öfkesi halkına yönlendirildiğinde, asıl fail olan sistem aklanır. Oysa Kürt kadınının yaşadığı baskılar sadece geleneksel yapılarla açıklanamaz. Bu baskılar, sömürgeciliğin asimilasyon politikalarının, militarizmin, yoksulluğun ve devlet şiddetinin iç içe geçmiş sonuçlarıdır.
Aile biçimi yalnızca “Kürt kültürü”ne özgü bir kategori değildir; tarihsel ve toplumsal koşulların şekillendirdiği bir yapıdır. Kürt halkının yüzyıllardır maruz kaldığı sömürgeci tahakküm, bu aile biçimini de dönüştürmüş, kadınlar için baskıyı artıran yeni dinamikler yaratmıştır. Dolayısıyla kadın özgürlüğünü savunmak, hem ataerkilliğe hem de sömürgeci devlete karşı aynı anda mücadele etmeyi gerektirir.
Kürt kadınının yolu, halkına karşı konumlanmaktan değil; halkıyla birlikte, halkın içindeki erkek egemen yapıları sorgulayarak, asıl fail olan sömürgeci devleti hedef almaktan geçer. Kadının özgürlüğü ile halkların özgürlüğü karşıt değil, birbirini tamamlayan süreçlerdir.
Sömürge halklarda kadını halkına karşı konumlandırmak, sömürgeci devletlerin işine yarayan; onların ideolojik ve politik çıkarlarını güçlendiren bir stratejidir. Bu nedenle kadının öfkesini sadece aile yapısına ya da erkek figürlerine yönlendirmek, büyük resmi gözden kaçırmak anlamına gelir. Kadının yaşadığı baskının önemli bir kısmı sömürge koşullarından beslenmektedir. Bu yüzden öfkenin yönü yalnızca içe dönük olduğunda, asıl sorumlu olan devletin, onun asimilasyon politikalarının ve ideolojik aygıtlarının üzeri örtülmüş olur.
Sonuç olarak, sömürge halklarda kadın özgürlüğü, ulusal mücadeleden ayrı düşünülemez.
SOLÎN