KOLEKTİF ULUSAL SORUMLULUK VE SÜRECİN YÜKLEDİĞİ GÖREVLER

Cano AMEDÎ

Kürd milletinin, son kırk beş yılda mevcut baskın, tahakkümcü ve ideolojik bağnazlığa vermiş olduğu siyasal, sosyal ve ulusal kredi, çok ağır bir travma ve toplumsal yanılsamaya yol açtı, bugün hep birlikte bu sürecin sonuçlarını yaşıyoruz. Bu kredinin olanca imkân ve olanakları çerçevesinde, Kürdistan Ulusal Kurtuluş mücadelesinin mevcut dinamiklerinin, enerji ve potansiyelinin, değer ve sosyal dokusunun hoyratça kullanıldığı artık inkâr edilmeyecek bir gerçekliktir.

Ulusal kurtuluş mücadelesini ifade eden bütün kavram ve teorik belirlemelerin ters yüz edilerek, kavram kargaşası zemininde “Demokratik Ulus, Demokratik Cumhuriyet, Ortak Vatan” gibi kavramlarla yüzyıl önce yürürlüğe konulan “üç tarz siyasetinin” kodları doğrultusunda irade beyanı, derin bir uçurumun kıyısında olduğumuzu göstermektedir. Dolaysıyla derin “sırlar” ve bilinmezliklerle yüklü olan “yeni bir paradigma, yeni bir perspektif”, güdümlü “yol haritası” noktasında ciddi tartışmalar ve değerlendirmeler mevcuttur.

Bu kavram(lar) salatasının temel amacı, kürdi aklının “demokratik modernite” yazılımıyla formatlayarak, Türk devlet aklının kapsayıcı, üstenci ve egemen olmasını sağlamak olduğu gün gibi ortadadır. Kürd milletinin, millet olmaktan kaynaklanan haklarının reddi temelinde, entegrasyon ekseninde Kürdi değerlere ve direniş tarihine savaş açmak; bu yetmezmiş gibi Türk egemenlik sisteminin resmi ideolojisi ekseninde “86 milyonluk bir halk ordusunun neferi olma beyanı”, başlı başına ciddi bir savrulmanın göstergesidir.

Kürdlerin kendi kaderlerini belirleme hakkını, siyasal ve coğrafi çerçevede statü ve milli çıkarları esas alan mücadele yöntem ve taleplerini “ilkel” bir yaklaşım olarak değerlendirenler; aslında statüsüzlüğü, parçalanmışlığı ve kimliksiz bir geleceği tarif ediyor ve dayatıyorlar. Bu doğrultuda düşünen ve mücadele eden birey ve siyasal oluşumları  “tehlikeli” bulan baskın zihniyetin propaganda aparatları ve ideolojik üst akıl, Kürdlerin ulusal mücadele ve taleplerini “mahkûm” etmek için,  “eşit vatandaşlık”, “halkların kardeşliği/ ümmetin birliği” formülü etrafında “Kürdsüz Türkiye” şiarıyla “yeni bir süreç” kurgusunu en üst perdeden pazarlamakla meşguller.

Artık tartışılmayacak kadar açık ve net olan mevcut “paradigma ve perspektifler” serisinin asıl amacı, Kürt halkının kolektif özgürlük iradesinin törpüleyerek, onu denetim altına almayı hedefleyen, Lozan Antlaşması ve Misak-ı Milli hedefleri doğrultusunda irade beyan eden bir aparat haline getirmektir. Bu hamleler yüzyılı aşkın bir süredir farklı tarz ve metotlarla devam etmektedir. Amaç, yüz yılı aşkındır sürdürülen inkâr ve imha siyasetinin devamlılığı noktasında dört parçada bir irade ve onay beyanı sağlamak olduğu aşikârdır. Başka bir değişle, “günahlarına” ortak bulma arayışı çerçevesinde herkesin mevcut projeye dâhil olması hedeflenmekte.

Bugün statü ve devletleşme taleplerini ret eden, yok sayan mevcut siyasal rota, ufuksuzluğun kör derinliklerinde iradesine prangalar vurmuş durumda. Devlet tamamen zamanın ruhuna uygun olarak rant, çıkar, kan ve korku temellinde sürdürdüğü yüzyıllık ret, inkar ve imha siyasetinin özüne uygun olarak farklı aktör ve araçlarla, sömürgeci egemenlik siyasetini sürdürmektedir.

Bizler, ulusumuzun çıkarına hizmet eden, özgürlük ve bağımsızlık mücadelesine katkı sunan pozitif her adımı olumlu gördüğümüzü defalarca kamuoyuyla paylaştık. Yine, aleyhte geliştirilen ve geliştirmeye yönelik olası tüm senaryo girişimlere karşı da dik durduğumuzu defalarca ifade ettik. Elbette bu gerçekleri bir kez daha vurgularken; madalyonun diğer yüzünü göz ardı etmiyoruz!  Bugün dayatılan politik iklim, mevcut yüzyıllık stratejinin bir devamı olduğunu eleştirel bir yöntemle kamuoyuyla paylaştığımızı ise herkesin malumudur. Dolaysıyla, bu süreç olanca sıcaklığıyla siyasal gündemi kuşatmış ve alan savunması refleksiyle kayıtsız şartsız “biat ve itaat” ekseninde toplum sosyolojisini parsellemiş durumda

Hal böyleyken, ısrarla ters yüz edilmiş kavramların anlamsızlığı üzerine inşa edilen “korku imparatorluğunu” tartışmak, beklenti içinde olmak ve tefsircilerin söylediklerinden bir şeyler ummak zaman kaybından öte bir şey değildir. Dolaysıyla dünden bugüne, yanlışlıklar zinciri karşısında suskun kalmayı tercih etmek; beklenti ve küçük hesaplar ekseninde üç maymunları oynamak; eleştiri ve alternatif pratik adımlardan korkmak; birey veya grup düzeyinde yanlışlıklara “fetva” uydurmak beyhude bir çabadır.

Bireysel ve grupsal çıkarlar temellinde yanlışlıklara ortak olanların, yarın mevcut “yıkım ve enkazdan” sorumlu tutulacakları unutulmamalı. Dolaysıyla Kürd, Kürdistan sorununun özünü red ederek, “ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler tarihsel toplum sosyolojisine cevap olmamaktadır” tezi etrafında geliştirmek istenen “çözüm” formülü tamamen resmi ideolojinin yüzyıldır dayattığı inkar ve imha siyasetinin güncellenmiş versiyonudur. Sorun, milli bir meseledir, çözümü de milli çıkar ve talepler noktasında Kürd milletinin bütün kesimlerini kapsayacak bir temsil organının sorumluluk üstlenmesiyle mümkündür.

Epey bir zamandır biz PWK olarak milli çıkarlar ekseninde, ulusal duruş gösteren siyasi farklılıkların, birlikte ittifak, dayanışma, cephe ve ulusal temsil noktasında alternatif oluşturmak için partnerlerimizle süreci ısrarla tartışıyor ve bir sonuca ulaşması için çaba sarf ediyoruz.

Elbette bugün ortaklaşmaya, birlikte büyümeye ve aktif ulusal örgütlenmeye ihtiyacımız vardır. Süreç hassas olduğu kadar tarihsel bir öneme de sahiptir. Dolaysıyla 1970’lerde kalma ideolojik labirentlerden çıkmak ve ulusal çıkarlar etrafında ortaklaşmamız artık tarihsel bir sorumluluktur. Birey, grup, parti başta olmak üzere toplumun tüm bileşenleri bu sorumluluğun muhataplarıdır.

Bundan ötürü diyoruz ki millet olmaktan kaynaklanan temel haklarımızı elde etmenin yegâne yolu, ulusal birlik temellinde toplumun tüm bileşenlerinin ittifaklar noktasında somut adımlar atmaktan geçer.

Ulusal mücadele, tek bir siyasi partinin ya da ideolojik bir çevrenin tekelinde değildir. Ulusal birlik konusunda da, geçmişten gelen alışkanlıklar gereği kendilerini odak diye tarif eden zihniyet ve tek adres olarak önermek, dayatmak hem eşyanın tabiatına aykırıdır hem de yaşamda bir karşılığı yoktur. Bu marjinal ve “soğuk savaş” sürecinden kalma düşünce serisi kabul edilecek bir önerme değildir. Dolaysıyla ulusal çıkarlar ekseninde mevcut farklılıkların, birbirlerinin varlığına saygı temelinde, birlikte stratejik hedeflere odaklanma zorunluğunun tarihsel ve ulusal bir görev ve sorumluluk olduğu açıktır. Bu sorumluluk ve görev bilinci, bize kalıcı stratejik ittifaklar ve temel ulusal hedefler noktasında acil birlikteliklerin zorunluğunu dayatıyor.

Yakın ve Ortadoğu, Kafkasya ve coğrafyamızda devam eden vekâlet savaşları, 12 günlük İran-İsrail savaşının yaratabileceği olası sonuçlar ve bölgedeki etkileri nasıl olacak sorusunun cevabı ise süreci nasıl okuduğumuza bağlıdır. Dolaysıyla Kürdlerin bölgede, siyasi, toplumsal ve demografik dağılımı ve etkileri, politik bir özne olarak öne çıkarıyor. Bu politik öznenin aktif ve belirleyici olmasının yolu da, parça-bütün ekseninde stratejik ulusal bir koordinasyonun varlığı ve kalıcı stratejik ittifaklar mekanizmasının vücut bulmasına bağlıdır.

04.07.2025

Cano Amedî

 

(Ev nivîs tenê nêrînên şexsî yên nivîskar derdixe pêş û temsîla nêrînên giştî yên malpera me nake. Berpirsiyariyên huqûqî yên vê nivîsê aîdî nivîskar in.)

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *