Abdullah Öcalan’ın Şeyh Said Değerlendirmesi ve Devletçi Epistemolojinin Yeniden Üretimi – Kemal Soleimani

Geçen gün Behdînan adını kullanan bir Apocu, Abdullah Öcalan’ın Bir Halkı Savunmak adlı kitabındaki ifadelerine ilişkin eleştirilerime ideolojik bir sadakatle karşılık verdi. Ancak dikkat çekici olan, Behdînan’ın Öcalan’ı metin dışı yollarla savunması; yani doğrudan metnin ne dediğine bakmaksızın, önceden belirlenmiş siyasi bağlılıkları üzerinden onu “açıklamaya” çalışmasıydı. Öcalan’ın söz konusu pasajda ne dediğini anlamaya yönelik bir çaba göstermek yerine, savunusu tamamen metin-dışı varsayımlara, yani Apocu ideolojik çerçevenin mutlak doğruluğuna dayanıyordu.

Oysa bu yazının amacı, Bir Halkı Savunmak (2003) adlı eserin 248–249. sayfalarında yer alan Şeyh Said değerlendirmesini, bizzat metnin içeriğinden hareketle eleştirel bir şekilde analiz etmektir. Çünkü söz konusu pasaj yalnızca tarihsel bağlam açısından değil, Öcalan’ın kullandığı dil, kavramsallaştırma ve Kemalist epistemolojik konumlanış bakımından da ciddi sorunlar içermektedir. Bu metin, Türk devletinin resmi tarih anlatısını büyük ölçüde yeniden üretmekte ve Kürtlerin anti-kolonyal mücadelesini gayrimeşrulaştıran söylemleri sorgulamaksızın içselleştirmektedir.

Aşağıda, önce Öcalan’ın ilgili pasajı tam haliyle aktarılmakta, ardından bu anlatının eleştirel çözümlemesi sunulmaktadır. Amacım, Apocu ideolojik bağlılıklar nedeniyle görmezden gelinen bu tür metinlerin, bizzat kendi iç tutarlılığı ve tarihsel arka planı üzerinden tartışmaya açılmasıdır.

Öcalan’ın Metni (Bir Halkı Savunmak, s. 248–249) “İsyan muhtemel çözümleyici yaklaşımların tümünü ortadan kaldırır. Tam tasfiye ve asimilasyon eğilimi öne çıkar. Mustafa Kemal isyanda halife, İngiltere ve iç ümmetçi güçlerin ortaklaşa çabalarla cumhuriyeti ortadan kaldırmak istediklerine dair ciddi bir tehdit algılar. O kadar şiddetle üzerine gitmesinin temel nedeni budur. Bir Kürt probleminden ziyade, cumhuriyeti yıkmak, yerine emperyalizmi ve işbirlikçilerinin saltanatını geri getirme çabası olarak görür. Bundan sonraki tüm isyanlar bu tehdit algılamasının etkisi altında değerlendirilecek; hatta bir fobi olarak günümüze kadar aynı etkiyi sürdürecektir. Bu, cumhuriyet tarihinin Kürtlere olumsuz yaklaşımındaki en temel kırılmadır. Halbuki Kürtler cumhuriyetin kuruluşunda asli öğe rolündedir. Bu kadar köklü kırılmanın etkisinin büyük bir anormal baskıya yol açması, belirttiğimiz tehdit algılamasıyla yakından bağlantılıdır. Bu tehdit algılaması, bir an önce Kürtleri nefes alamaz hâle getirme, hak aramak bir yana adını bile ağzına alamayacak kadar susturma politik çizgisi hâline getirilmiştir. İngiliz etkisi, yani iki tarafı da provoke etme çok tahripkâr bir rol oynamıştır. Aynı etkiye yol açan diğer Batılı büyük devletler Ermeni ve Asuri halkın tasfiyesinde de belirleyici rol sahibidir. Dokunmasalardı, bu halkların başına yaşadıkları felaketlerin gelmesi düşünülemezdi.

1. “İsyan” Kavramının Kullanımı ve Epistemik İçselleştirme:

Öcalan’ın Şeyh Said önderliğindeki hareketi “isyan” olarak adlandırması, başlı başına ciddi bir sorundur. “İsyan” terimi, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi boyunca Kürt direnişlerini gayrimeşrulaştırmak için sistematik biçimde kullanılan bir kavramdır. Bu kullanım, Kürtlerin politik taleplerini bastırmak üzere geliştirilen devlet aklının epistemolojik bir ürünüdür. Öcalan bu kavramı benimseyerek, Kürtlerin tarihsel hak mücadelesini devletin cezalandırıcı diliyle yeniden formüle etmektedir.

2. Devlet Şiddetinin Meşrulaştırılması:

Öcalan, devletin şiddetini kabul eder gibi görünse de bunu isyanın doğal bir sonucu olarak sunar. Bu yaklaşım, failin sorumluluğunu göz ardı ederek şiddeti meşrulaştırmakta ve yapısal baskının varlığını görünmez kılmaktadır.

3. Şeyh Said’i gerici, ümmetçi ve hilafetçilerle ilişkilendirmek:

Öcalan, herhangi bir tarihsel kanıt sunmaksızın, Şeyh Said’i hilafet yanlısı, ümmetçi ve İngilizlerle işbirliği içinde olmakla suçlamaktadır. Bu tür ithamlar, 1925’ten bu yana Kemalist devlet tarafından üretilen resmi propaganda söylemiyle büyük ölçüde örtüşmektedir. Oysa Türk olmayan bağımsız tarihçilerin yürüttüğü araştırmalar, böyle bir ittifakın tarihsel temellere dayanmadığını; aksine, Şeyh Said önderliğindeki hareketin yerel, Kürdi ve merkezkaç (anti-merkeziyetçi) bir nitelik taşıdığını açıkça ortaya koymaktadır.

4. Kürt problemi” Söylemi ve Sömürgeci Çerçeve: Öcalan’ın “Kürt problemi” kavramını sorgulamaksızın benimsemesi, Kürtlerin politik varoluşunu bir “sorun”a indirgemektedir. Bu söylem, Kürt halkını öznellikten dışlayan sömürgeci devlet aklının epistemolojik çerçevesini yeniden üretmektedir. Öcalan, devlete ideolojik mesafe koymak yerine, onun kavramsal dünyasına gönüllü bir uyum sergilemektedir. Üstelik devletin kullandığı “Kürt sorunu” ifadesinin politik içeriğini daha da yumuşatarak “Kürt problemi” şeklinde adlandırmakta; böylece Kürtlerin taleplerini daha da apolitik bir zemine çekmektedir.

Aynı kitapta Öcalan, Kürtleri “ne hayvana ne insana benzeyen yaratıklar” olarak nitelendiren tarihsel Osmanlı-Kemalist hakaret dilini sorgulamaksızın yeniden üretmekte; başka bir eserinde, Çeteliğe Karşı Direniş adlı metninde ise, Osmanlı’nın ırkçı stereotiplerinden olan “eski Kürt belası” ifadesini aynen tekrar etmektedir. Tüm bu örnekler, Öcalan’ın Kürtlere ilişkin değerlendirmelerinde, Kemalist sosyal-Darwinist yaklaşımları benimsediğini ve Kürt meselesini neredeyse tamamen “uyum sağlamayan, sorunlu bir halk” olarak yeniden tanımladığını ortaya koymaktadır.

5. Ermeni ve Asuri Soykırımlarına Dair İnkârcı Söylem: Öcalan, Ermeni ve Asuri halkların yaşadığı soykırımı Batılı devletlerin “provokasyonu”na bağlayarak, fail olan Osmanlı-Türk devlet yapısını aklamaya çalışmaktadır. “Dokunmasalardı bu felaketler yaşanmazdı” ifadesi, mağduru değil, “kışkırtıcı”yı sorumlu tutan klasik inkârcı yaklaşımı yansıtır. Bu tür bir değerlendirme, etik bir felakettir ve soykırımın sorumluluğunu kurbanlardan uzaklaştırır.

6. Kemalist Devletle Uyum Çabası ve Stratejik Oportünizm: Bu metnin 2003 yılında kaleme alınmış olması, Öcalan’ın İmralı’daki tutukluluğu sırasında Kemalist devlet aklına stratejik yakınlaşma çabası içinde olduğunu göstermektedir. Öcalan burada, Şeyh Said’i gerici ve saltanat yanlısı olarak sunarak, devlete “iyi Kürt” profilini benimsetmeye çalışmaktadır. Doğu Perinçek’in aktardığına göre Öcalan bu dönemde “Mustafa Kemal iyi yaptı, Şeyh Said ile Seyit Rıza’yı ezdi; bunlar gerici ve yobazdı” ifadelerini dahi kullanmıştır. Bu tür beyanlar, etik bir ilkeden değil, konjonktürel bir teslimiyetten kaynaklanmaktadır.

Sonuç olarak: Abdullah Öcalan’ın Şeyh Said ve 1925 hareketine dair değerlendirmeleri, Kürt direniş tarihini Türk devletinin epistemolojik filtresinden geçirerek yeniden inşa etmekte; hem etik hem de tarihsel açıdan ciddi sorunlar barındırmaktadır. Öcalan’ın yazılarında ve söyleşilerinde sergilediği yaklaşım, Kürtlerin anti-kolonyal mücadelelerini meşruiyetsizleştiren devletçi bakış açısının yeniden üretiminden ibarettir. Onun siyasi pozisyonlanmalarının temelinde, Kürt tarihinin itibarsızlaştırılması yönünde sistematik bir çaba göze çarpmaktadır.

Örneğin, Şam’da sürgündeyken Suriyeli gazeteci Nabil al-Mulham’a verdiği bir söyleşide, Mahabad Kürt Cumhuriyeti ve Qazi Muhammed hakkında “Komediyle başladı, trajediyle bitti” şeklinde küçümseyici ve alaycı bir dil kullanması, bu yaklaşımın tipik bir örneğidir. Aynı söyleşide Öcalan, Suriye’de Kürdistan diye bir şeyin olmadığını öne sürerek, ülkedeki tüm Kürtlerin göçmen ya da mülteci olduğunu iddia etmiştir. Bu ifadeler, yalnızca tarihsel gerçekliğe değil, Kürtlerin toplumsal hafızasına da açıktan saldırıdır.

Öcalan’ın anlatılarında Kürt direnişleri sistematik biçimde “isyan”, devletin gerçekleştirdiği katliamlar “tepki”, Ermeni ve Asuri soykırımları ise “Batılıların provokasyonu” olarak sunulmaktadır. Bu tür bir tarihsel kurgulama, yalnızca resmi devlet anlatısını yeniden üretmekle kalmaz; aynı zamanda Kürt halkının tarihsel hakikatine, politik özneleşmesine ve kolektif hafızasına da epistemolojik bir saldırıdır.

Bu nedenle Öcalan’ın tarih yazımı üzerindeki tekelci konumu derinlemesine sorgulanmalıdır. Her şeyden önce, tarihsel formasyon ve metodolojik yetkinlikten yoksun bir aktör olarak Öcalan’ın tarih üretimi, daha çok ideolojik angajmanlarının ve taktiksel pozisyonlarının bir türevidir. Dahası, etik bir ilkeye dayanmayan bu tarihsel müdahaleler, çoğu zaman Kürt halkının kolektif acılarını devletin çıkarları doğrultusunda araçsallaştırmaktadır. Günümüzde ise Öcalan, Misak-ı Millî sınırlarını esas alarak Suriye’nin kuzeyini Türkiye’nin doğal hinterlandı olarak sunmakta ve bu bölgeyi fiilen neo-Osmanlıcı bir sömürge alanına dönüştürme projelerine entelektüel meşruiyet sağlamaktadır. sömürgecilikten arındırılmış bir epistemolojik zemin üzerinde yeniden inşa edilmelidir. (BÎR)

29 Haziran 2025

X’te Kamal Soleimani: “Abdullah Öcalan’ın Sheikh Said Değerlendirmesi ve Devletçi Epistemolojinin Yeniden Üretimi Geçen gün Behdînan adını kullanan bir Apocu, Abdullah Öcalan’ın Bir Halkı Savunmak adlı kitabındaki ifadelerine ilişkin eleştirilerime ideolojik bir sadakatle karşılık verdi. Ancak dikkat https://t.co/WASGUKXzva” / X

 

(Makale içerikleri tamamen yazarın sorumluluğundadır. Sitemiz, bu görüşlerden dolayı herhangi bir sorumluluk kabul etmez.)

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *